11. yüzyıldan itibaren, kendilerine Türkmen de denilen Oğuzlar’ın, Türkiye Türkleri ile İran, Azerbaycan, Irak ve Türkmenistan Türklerinin ataları olduklarını biliyoruz. Selçuklu ve Osmanlı hanedanlarının da onlardan çıktığını hatırlarsak Oğuzlar’ın dünya tarihinde pek mühim roller oynamış bir Türk kavmi olduğu anlaşılmış olur.
Şehirde Yaşamak Aşağılanma Nedeniydi
Oğuzlar Sir-i derya boyları ile onun kuzeyindeki bozkırlarda yaşarlarken onlardan ancak bir bölüğü şehirlerde oturuyordu. Bu oturak Oğuzlar savaş ile meşgul olmayıp, kendilerini şehir hayatının gerektirdiği işlere vermiş bulunduklarından, göçebe eldaşları onlara istihfafla (hor görerek)yatuk, yani tembel adını vermişlerdi. Gerçekten göçebe Oğuzlar, oturak eldaşlarını istihfaf etmekte kendi telâkkileri bakımından haklı sayılabilirler. Çünkü Selçuklu İmparatorluğu’nu oturak Oğuzlar değil, bizzat onlar kurmuşlardı. Fakat göçebe Oğuzlar da 1071 yılındaki Malazgirt Zaferi ile Anadolu’yu açıp bu ülkede oturak yaşayışa geçmeğe başladılar. 13.yüzyılda onlardan mühim bir kısmının artık şehir ve köylerde yaşadığı görülüyor. Bununla beraber, adı geçen yüzyılda yine Anadolu’da, çoğunu yeni gelenlerin, yani Moğol istilâsının önünden kaçanların teşkil ettiği, kalabalık sayıda Türk göçebe unsuru
da vardı. Selçuklu Devleti, bir daha kurtulamayacak bir şekilde Moğol hâkimiyeti altına girince, Oğuzlar’ın deyimi ile yatuklar, yani oturak Türk halkı kendisini mukadderata teslim ettiği halde, göçebe Türk unsuru, yani Türkmenler Moğollara karşı mücadelede bulunmaktan geri durmamışlardı. Neticede Türk göçebe unsuru, Türkmenler ilk önce Türkiye’de, sonra buradan giderek İran’da siyasî hakimiyeti ellerine aldılar. Böylece, Türkmenler Türkiye tarihinin ikinci devrinin (Beylikler devri) yaratıcıları oldukları gibi, İran’da da 20 yüzyıla değin Türk hâkimiyetini devam ettirdiler.
Türkiye tarihinin üçüncü devrini açan Osmanlı hanedanına gelince, bu hanedanın da göçebe Türk unsurundan çıktığını biliyoruz. Diğer taraftan Osmanlı hanedanının gerek Marmara bölgesinin fethinde, gerek Rumeli’nin ele geçirilmesinde mensup bulunduğu göçebe unsurdan geniş ölçüde faydalanmış olduğu da bir vakıadır.
Fakat 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türkiye’de göçebe unsur siyasî ehemmiyetini eskisine nispetle epeyce yitirmişti. Bu da başlıca, oturak yaşayışa geçmeler ve İran’a, yapılan göçler sonucunda sayısının çok azalmış olması, Osmanlı askerî teşkilâtının kudreti ve “delikli demircin” icat edilmesi gibi amillerden ileri gelmiştir. Bu sebeple, Anadolu’daki Türk oymaklarının Osmanlı devrindeki rolleri daha ziyade içtimaî tarihimiz bakımından önemlidir.
Gerçekten onlar, 16. yüzyılın sonlarından itibaren muhtelif âmiller yüzünden vakit vakit bünyesinde geniş boşluklar meydana gelen yerleşik Türk halkının bu boşluklarını doldurarak ona daima kuvvet ve hayatiyet kazandırmışlardır. Bununla beraber, şunu da belirtmek yerinde olur ki, Türk oymakları son asırlarda dahi siyasî ehemmiyetlerini büsbütün kaybetmiş değillerdi. Nitekim, 18.yüzyılda Anadolu’da ortaya çıkan derebeyi ailelerinden, başta en büyüğü (Çapar-Çapan-oğulları) olmak üzere, birçoklarının da yine göçebe Türk unsuruna mensup olduklarını biliyoruz.
Şu çok kısa izahat, göçebe Türk unsurunun millî tarihimizde ne kadar mühim bir yeri olduğunu gösteriyor. Bunu bir cümle ile ifadeye çalışırsak diyebiliriz ki:
Türk göçebe unsuru, Oğuz Türklerinin Yakındoğu’da Selçuklulardan sonra da siyasî hâkimiyetlerini devam ettirmelerinde başlıca rolü oynadığı gibi, Osmanlı devrinde de Anadolu’daki oturak Türk cemiyetinin varlığını korumasında pek mühim bir amil olmuştur.
İşte bundan yirmi yıl önce Oğuzlar’ı ve onların göçebe yaşayışını sürdüren torunlarını incelemeye girişmemiz, etnografik bir tecessüsün sâiki ile değil, onların millî tarihimizdeki bu pek mühim yerlerinden ileri gelmiştir.
Konunun batıda şarkiyatçılar âleminde olduğu gibi, bizde de uzun müddet hayret edilecek derecede ihmale uğradığı bir gerçektir. Bundan dolayı aydınlarımız millî tarihimizin başlıca noktalan üzerinde bile doğru ve açık bilgilere sahip olmamışlardır. Bugün dahi Türk,
Oğuz, Türkmen, Yörük, Selçuklu, Osmanlı, Karakoyunlu, Uygur, Özbek adlarının delâlet ettiği anlamlan iyice kavramamış tarih hocalarının bulunduğunu söylersek, bu acı gerçeği daha açık bir şekilde ifade etmiş oluruz.